(Hikaye +18 dir)
Arkadaşlar başka zamanım olmadığı için bugün bitirmem lazımdı. O yüzden yazım yanlışlarını kontrol etmeden koyuyorum çok fazla varsa kusura bakmayın yarın kontrol etmeye çalışacağım. Sanırım ben senaristlere tepki olarak doğdum :D Zeynep ile Kerem kavuştuklarından beri düzgün yazılamadı, bir romantik dakikalar geçiremedi. Bende sizin için romantik ZeyKer yazdım biraz da neşeli.
Zeynep için sabah mutluluğu soluması ile başladı. Gözlerini açtığında yatmadan önce annesinin uyarılarını göz önüne alarak, arasına mesafe bıraktığı telefonu eline aldı. Gördüğü birkaç kelimelik mesaj, nice insanı peşinden koşturan mutluluk denen gizli hazinenin, gözlerinin önünde önce somutlaştırdı, sonra o an içinde vuku bulan neşenin sıcaklığı ile buharlaşarak havaya karışmasına oradan da aldığı heyecan dolu nefesler ile yavaşça kanına karışmasına neden oldu. Neydi yani? Neden belki sayısı tasavvurlarımızdan bile çok uzakta olabilecek insanın hayatında tatmadığı bu lezzetli mutluluk denen şeyi o, yalnızca Kerem’den gelen mesaj ile bulmuştu; Hazırlan Gölyazı elması bugün bizim. Mesajı okuduğunda, neden telefonu avuçlarının arasına alarak delicesine sıkarak, kalbinin üzerine getirdiğini düşündü. Acaba böyle yaparak başka hiçbir şey ile mukayese edilemeyecek, onunla beraber uyanma isteğini; mesajda yazanları kulaklarında en kutsal ilahiden bile daha güzel tınılar ile yayan sesinden duyma isteğini böyle yaparak mı hafifletmeye çalışıyordu. Ona dokunmanın o an mümkün olmadığını bilmenin mutluğunun içinde küçük bir kara leke gibi olan acısını böyle mi silmeye çalışıyordu? Yüzünde sonsuza dek taşımak istediği gülüşünden zor da olsa kurtularak yatağından kalktı. Her sabahın rutin işlemlerini yapmak için odadan ayrılmadan önce Kerem’in mesajına karşılık verdi:
“Nereye gidiyoruz, Kas hayvanı? Ben hazırlana kadar sıkılırsan bize gelebilirsin.”
“Nereye gidiyoruz, Kas hayvanı? Ben hazırlana kadar sıkılırsan bize gelebilirsin.”
Zeynep telefonu yatağın üzerine atıp odadan çıkar çıkmaz, karşı taraf sanki bunun için bekliyormuş gibi kısacık bir zaman sonra cevap geldi:
“Sürpriz olsun. Kapıyı şimdiden açsan iyi olur, ne zaman geldiğimi anlamayacaksın.”
Zeynep odasında geri döndüğünde telefonun parlayan ışıklarından mesajına karşılık geldiğini anlamıştı. Neden bu kadar heyecanlandığını kendi de anlamıyordu. En fazla ne yazmış olabilirdi ki? Hatta merak etmesini gerektirecek bir durum bile yoktu ortada. Ne yazık ki bu ne Zeynep’in ne de başka birinin bu zamana kadar cevabını bulabildiği bir soru değildi. Belki de aşkı, sayısını kimsenin bilmediği kadar çok insanın dilinde dolanan bir efsane haline getiren buydu; nedenin kimsenin açıklamadığı içimize dolan o garip his, heyecan, merak, haz ve çok daha fazlası. Nihayetinde kim karşı koyabilmişti onun bu gizemine? En kudretli liderler mi? Erkekleri ışığın etrafında dolana pervaneler misali etrafında sürükleyen güzellikte kadınlar mı?
Gelen cevabı okuduğunda, soluyarak içine çektiği mutluluğun kıvamının daha da yoğunlaştığını hisseti. Artık yüzündeki gülümsemesine gözlerinin içinde titreyerek parlayan, nasıl mutlu olduğunu ele veren bakışları eşlik ediyordu. Burada olacaktı. Birazdan onu hissetmek için telefonu göğsüne, kalp atışlarını hissettiği yerin tam üstüne bastırmasına gerek kalmayacaktı. Ona dokunabilecek, sonsuza dek uyumak istediği göğsüne kafasını yaslayabilecek hatta hani şu biraz önce hissettiği damarlarında dolaştığını hissettiği mutluluk denen şeyi onun dudaklarından, damla damla leziz bir tatlıdan süzülen şerbet gibi kendi içine yavaş ama tadını çıkartarak içine akıtabilecekti. Gelen mesaja karşılık verdi, böylesi basit bir şeye nasıl cevap verebileceğini düşünürken:
“Sen ve şu baş belası kendine güvenin ”
Gerçekten ondaki bu özellikten şikâyetçi olduğuna inanma ihtimali, garip bir kokuya neden oldu içinde; mesajın sonuna gülücük simgesi eklemeyi unutmadı; hani şu insanın yüzünde gülümsemeye neden olanlardan. Kafasında ne giyeceğine dair dönmeye başlamışken telefonun titreşimi yeniden dikkatini dağıttı. Cevabın ne kadar hızlı geldiğine şaşırmasına fırsat vermedi kulaklarında yankılanan kapı zili ve gördüğü yanı; “Geldim, kapıyı aç.”
Zeynep telefonu düşünmeden yatağın üzerine fırlattıktan sonra, küçük ama hızlı adımlarla bir yere yetişmeye çalışıyormuşçasına kapıya gitti. Kapıyı açtığında gördüğü; güneşin ışığını utanmadan emen parlak yeşil gözler, kalbini hızlandıran sıcacık gülüşü ve ona ait ne varsa her şeyi ile Kerem kalbini yavaşlamasını dileyecek kadar hızlandırmıştı.
“Yuh! Ne yaptın sen kas hayvanı kapıda mı yattın?”
Kerem kendisini bu saatte eve çağırmasından evde kimsenin olmadığı anlamını çıkardı, bu yerinde teşhisine dayanarak cesurca kollarını kızın beline doladı. Önce belki aralarında biraz olsun mesafeden söz edilebilirdi, fakat Kerem kızın beline doladığı kollarını sıkarak Zeynep’i bedenine yapıştırdığında bundan söz etmek mümkün değildi. Önce gözlerini kızın saymadığı, saymak istemediği fakat kendisine yıllar gibi gelen bir zaman diliminde görmediği, iri, kahverengi gözlerine dikti. Sonra Zeynep’e uyandığından beri içinde yaşadığı hislerin yalnızca ona ait olmadığını kendisinde de aynı coşku ile yaşadığını anlatan gülüşünü takındı, kızın kalp ritmini bozan bakışları ile.
“Biliyorsun söz konusu sevgilisi olunca bir Kerem Sayer mucizeler yaratabiliyor.”
Belki de aralarındaki öpücüğü daha da tutku ile boyamayı başarmıştı Zeynep, çocuğun dudaklarını dudaklarında hissetmeden önce verdiği cevap ile:
“O mucizelerden bir parça alabiliyor muyum?”
Kerem, kızın beline doladığı kollarından birini sanki mümkünmüş gibi onu daha da kendine çekmek için kullanırken, diğeri ile onun her zerresini nasıl özlediğini kanıtlamak istercesine Zeynep’in vücudunda gezdi. Dudaklarını dudaklarından çektiğinde konuştu.
“Bu yeterli mi?”
“Sen ve şu baş belası kendine güvenin ”
Gerçekten ondaki bu özellikten şikâyetçi olduğuna inanma ihtimali, garip bir kokuya neden oldu içinde; mesajın sonuna gülücük simgesi eklemeyi unutmadı; hani şu insanın yüzünde gülümsemeye neden olanlardan. Kafasında ne giyeceğine dair dönmeye başlamışken telefonun titreşimi yeniden dikkatini dağıttı. Cevabın ne kadar hızlı geldiğine şaşırmasına fırsat vermedi kulaklarında yankılanan kapı zili ve gördüğü yanı; “Geldim, kapıyı aç.”
Zeynep telefonu düşünmeden yatağın üzerine fırlattıktan sonra, küçük ama hızlı adımlarla bir yere yetişmeye çalışıyormuşçasına kapıya gitti. Kapıyı açtığında gördüğü; güneşin ışığını utanmadan emen parlak yeşil gözler, kalbini hızlandıran sıcacık gülüşü ve ona ait ne varsa her şeyi ile Kerem kalbini yavaşlamasını dileyecek kadar hızlandırmıştı.
“Yuh! Ne yaptın sen kas hayvanı kapıda mı yattın?”
Kerem kendisini bu saatte eve çağırmasından evde kimsenin olmadığı anlamını çıkardı, bu yerinde teşhisine dayanarak cesurca kollarını kızın beline doladı. Önce belki aralarında biraz olsun mesafeden söz edilebilirdi, fakat Kerem kızın beline doladığı kollarını sıkarak Zeynep’i bedenine yapıştırdığında bundan söz etmek mümkün değildi. Önce gözlerini kızın saymadığı, saymak istemediği fakat kendisine yıllar gibi gelen bir zaman diliminde görmediği, iri, kahverengi gözlerine dikti. Sonra Zeynep’e uyandığından beri içinde yaşadığı hislerin yalnızca ona ait olmadığını kendisinde de aynı coşku ile yaşadığını anlatan gülüşünü takındı, kızın kalp ritmini bozan bakışları ile.
“Biliyorsun söz konusu sevgilisi olunca bir Kerem Sayer mucizeler yaratabiliyor.”
Belki de aralarındaki öpücüğü daha da tutku ile boyamayı başarmıştı Zeynep, çocuğun dudaklarını dudaklarında hissetmeden önce verdiği cevap ile:
“O mucizelerden bir parça alabiliyor muyum?”
Kerem, kızın beline doladığı kollarından birini sanki mümkünmüş gibi onu daha da kendine çekmek için kullanırken, diğeri ile onun her zerresini nasıl özlediğini kanıtlamak istercesine Zeynep’in vücudunda gezdi. Dudaklarını dudaklarından çektiğinde konuştu.
“Bu yeterli mi?”
Yeterli olmadığını asla da olmayacağını ikisi de biliyordu; zamanı durdurmanın bir yolu olsaydı eğer ikisi de yapmıştı, düşünmeden. Zeynep isteğinin tam aksini kasteden bir söz ile karşılık verdi, gözlerini Kerem'in gözlerinden ayırıp, kollarından kurtulurken.
“Şimdilik yeterli.”
Kolundan tuttuğu Kerem’i peşinden sürükledi. Dolabından çıkardığı kıyafetleri yatağın üzerine dizdikten sonra, hiçbir şey anlamadığını açıkça söyleyen bakışları ile kendini izleyen Kerem’e döndü.
“Evet, mademki sürpriz yapıyorsun ne giyeceğimi de birlikte seçiyoruz o zaman.”
“Zeynep, ben ne anlarım yaa kıyafet seçiminden?”
“Neden sevgilim değil misin? Beni nasıl görmek istediğin konusunda bir fikrin vardır sanırım.”
“Canım, o zaman bunları göstermene gerek yok.”
Her ne kadar öncesinde gecenin karanlığında ya da güneşin parıltısında yakmışlarsa da arzunun en derin ocaklarını Zeynep, utandığını belli eden allıkları yok edemedi yüzünden. Gözlerini kaçırdı, sesini alaylı bir ifade ile sarmaladı cevap vermeden önce.
“Yaaaa…. Kerem doğru düzgün cevap ver.”
Zeynep’in takındığı tavır Kerem’in daha çok hoşuna gitmiş, muzipliğini devam ettirmesi için kendinde istek uyandırmıştı. Ani bir hareket ile kavradığı kızı, birbiri üstüne atılmış elbiselerin üzerine bırakarak, altına aldı. Ellerini kızın ellerine getirip, kavradıktan sonra bedeni ile ezdiği kızın dudaklarına küçük mucizelerinden birini bıraktı. Sesini kıstı, dudaklarını dudaklarından ayırdıktan sonra nefesini üflediği boynuna doğru ilerledi, konuşmadan önce.
“Düzgün cevap veriyorum zaten. Nasıl görmek istersin diye sormadın mı?”
Zeynep, bir elini kendisininkine kenetlenmiş Kerem’in elinden kurtardıktan sonra yavaşça çocuğun ensesine getirdi, kurcalamaktan asla bıkmadığı, sert, kısacık saçlarına bir öpücük bırakırken.
“Sen ne demek istediğimi gayet iyi anladın bence.”
Kerem konuşmadan önce kızın karşı koyan iradesini ehlîleştirmek ister gibi gülümsedi.
“Anladım, ne yapayım Gölyazı Elması? Ne zaman yalnız kalabiliyoruz ki? Özledim seni hem de çok.”
Kerem’in gülümsemesi Zeynep’in üzerinde etkisini göstermek için hiç vakit kaybetmedi.
“Alışacaksın canım. Her zaman her istediğini yapamazsın.”
Kerem’in biraz önceki alaylı ses ifadesi, gerekli bir ciddiyete bıraktı yerini.
“İstemediğim şeyleri yaparsam, kendi hayatıma ihanet etmiş olmaz mıyım?” -pztfmnyk-
“Bak, bak, bak! Paşamız istediğinde öküzlükten kurtulabiliyormuş demek.”
“İnsan sevgilisine Öküz der mi, Gölyazı Elması?”
“Sevgilisinin kim olduğuna göre değişir bence.”
“Bak sonra bu söylediklerinden dolayı pişman olursun ama…”
“Hahaha! Pişman olduğuma mutlu olacağım tek zaman o gündür, kas hayvanı.”
Kerem, Zeynep’in kelimelerini duyar, duymaz tüm bedenine yayıla bir ürperti hissetti. Hayatta belki de sahip olduğu tek korku olan onu kaybetme korkusundan kaynaklanan bir ürperti. Biraz önce kızın göğüslerine yasladığı kafasını hafifce kaldırıp, gözlerini onunla aynı hizaya getirdi, kollarını çivi dikleştirip, ağırlığını Zeynep’in üzerinden aldı. Gözlerinin öylece birbirlerine kenetlendiği o kısacık anda:
“Acaba gerçekten güzel sözler söylemem onun için bu kadar önemli mi? Hayatım boyunca yapmadığım, yapabileceğime inanmadığım bu davranışı aşkın bir göstergesi olarak mı sayıyor? Ya sayıyorsa… Ya bana olan hislerini gizliyor, benden ne istediğini gizliyor ise… Farkında olmadan kırıyor muyum onu?
Hayır, olamaz. Ona olan aşkımı bu şekilde anlatamayacağımı biliyor. Benim sevdiğim, âşık olduğum inatçı, Sayer’e kafa tutan kız böyle bir durumda düşündüklerini saklamaz. Peki ya benim onu kaybetmekten korktuğum gibi o da beni kaybetmekten korkuyorsa… ” diye düşündü.
“Senin için gerçekten bu kadar önemli mi?”
“Ne bu kadar önemi mi?”
“Yani… İşte biraz önce söyledin ya… Pişman olmaktan mutlu olacağım gün o gündür dedin. Ne yapmalıyım, şiirler, şarkılar mı yazmalıyım sana Gölyazı Elması. Seni nasıl sevdiğimi anlatmaya yeter mi bunlar? Yapabilir miyim? Yapamam Zeynep. Seni nasıl sevdiğimi, ne kadar çok sevdiğimi anlatacak şeyleri görmedim, okumadım, daha önce bunlardan çok uzakta yaşadım ben.”
Kerem’in titreyen dudaklarından endişe ve telaşla dökülen kelimeleri durdurdu Zeynep. Onun ne hissettiğini, hatta konuşmadan önce kafasının içindeki düşünceleri, korkularını gözlerinin yeşilini yok ederek büyüyen göz bebeklerinden anlamıştı. Ne cevap vermeliydi. Dürüst olmak gerekirse herkes kendisine güzel sözler söylenilmesinden hoşlanırdı. Peki Kerem’den istediği bu muydu? Onu sevmesinde bir etken miydi? Hayır, hiçbir zaman ondan böyle şeyler beklediği için bir umut beslememişti içinde. İçindeki onu ezelden beri tanıdığına dair oluşan hisler böylesi basit bir şey ile karşılanabilecek değildi elbette. Onunda aynı şekilde hissettiğin, bakışlarından, dokunuşundan, hatta hemen şuan da havaya karışan sıcacık nefesinden bile anlayabiliyordu.
“Saçmalama Kas Hayvanı. Ciddi olmadığımı biliyorsun değil mi?”
“Bak, bak, bak! Paşamız istediğinde öküzlükten kurtulabiliyormuş demek.”
“İnsan sevgilisine Öküz der mi, Gölyazı Elması?”
“Sevgilisinin kim olduğuna göre değişir bence.”
“Bak sonra bu söylediklerinden dolayı pişman olursun ama…”
“Hahaha! Pişman olduğuma mutlu olacağım tek zaman o gündür, kas hayvanı.”
Kerem, Zeynep’in kelimelerini duyar, duymaz tüm bedenine yayıla bir ürperti hissetti. Hayatta belki de sahip olduğu tek korku olan onu kaybetme korkusundan kaynaklanan bir ürperti. Biraz önce kızın göğüslerine yasladığı kafasını hafifce kaldırıp, gözlerini onunla aynı hizaya getirdi, kollarını çivi dikleştirip, ağırlığını Zeynep’in üzerinden aldı. Gözlerinin öylece birbirlerine kenetlendiği o kısacık anda:
“Acaba gerçekten güzel sözler söylemem onun için bu kadar önemli mi? Hayatım boyunca yapmadığım, yapabileceğime inanmadığım bu davranışı aşkın bir göstergesi olarak mı sayıyor? Ya sayıyorsa… Ya bana olan hislerini gizliyor, benden ne istediğini gizliyor ise… Farkında olmadan kırıyor muyum onu?
Hayır, olamaz. Ona olan aşkımı bu şekilde anlatamayacağımı biliyor. Benim sevdiğim, âşık olduğum inatçı, Sayer’e kafa tutan kız böyle bir durumda düşündüklerini saklamaz. Peki ya benim onu kaybetmekten korktuğum gibi o da beni kaybetmekten korkuyorsa… ” diye düşündü.
“Senin için gerçekten bu kadar önemli mi?”
“Ne bu kadar önemi mi?”
“Yani… İşte biraz önce söyledin ya… Pişman olmaktan mutlu olacağım gün o gündür dedin. Ne yapmalıyım, şiirler, şarkılar mı yazmalıyım sana Gölyazı Elması. Seni nasıl sevdiğimi anlatmaya yeter mi bunlar? Yapabilir miyim? Yapamam Zeynep. Seni nasıl sevdiğimi, ne kadar çok sevdiğimi anlatacak şeyleri görmedim, okumadım, daha önce bunlardan çok uzakta yaşadım ben.”
Kerem’in titreyen dudaklarından endişe ve telaşla dökülen kelimeleri durdurdu Zeynep. Onun ne hissettiğini, hatta konuşmadan önce kafasının içindeki düşünceleri, korkularını gözlerinin yeşilini yok ederek büyüyen göz bebeklerinden anlamıştı. Ne cevap vermeliydi. Dürüst olmak gerekirse herkes kendisine güzel sözler söylenilmesinden hoşlanırdı. Peki Kerem’den istediği bu muydu? Onu sevmesinde bir etken miydi? Hayır, hiçbir zaman ondan böyle şeyler beklediği için bir umut beslememişti içinde. İçindeki onu ezelden beri tanıdığına dair oluşan hisler böylesi basit bir şey ile karşılanabilecek değildi elbette. Onunda aynı şekilde hissettiğin, bakışlarından, dokunuşundan, hatta hemen şuan da havaya karışan sıcacık nefesinden bile anlayabiliyordu.
“Saçmalama Kas Hayvanı. Ciddi olmadığımı biliyorsun değil mi?”
Kerem Zeynep’in cevabından sonra yaşadığı rahatlığı hissettiren bir tonda cevap verdi.
“Biliyorum, güzelim.”
Zeynep, ellerinden birini Kerem’in sımsıkı kenetlenmiş ellerinden kurtardı, onu kenara iterek bu kez kendisi onun üzerine çıktı. Dudaklarının bir kısmı dudaklarına değecek bir şekilde, çenesine içinde tutku taşımayan masum bir öpücük kondurdu.
“Artık kalkmalıyız.”
Zeynep ayağa kalktıktan sonra elini Kerem’ uzatarak:
“Hadi kalk. Daha kıyafeti seçmedik.”
Kerem kalkar kalkmaz Zeynep’in yanına geçtiğinde elini çenesinin altına getirerek:
“Şu eteği unut, bu hiç olmaz. Şu kıyafette güzel değil.” Dedi.
Zeynep cevabını bilemesine rağmen, sırf onu kızdırmak için sorduğu sorulardan birini daha kullandı.
“O etek neden olmuyormuş?”
Zeynep cevabını bilemesine rağmen, sırf onu kızdırmak için sorduğu sorulardan birini daha kullandı.
“O etek neden olmuyormuş?”
Kerem, Zeynep’in yapmaya çalıştığını çoktan anlamıştı.
“Yani bence sana pantolon daha çok yakışıyor.”
“Tabi, kesin öyledir…”
“Zeynep fikrimi soran sendin. Tamam, karışmıyorum ben istediğini giy.”
Zeynep, Kerem’in boynuna atlayıp yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, “Canım senin değil benim trip atmam gerekir” dedi, gülerek. Sonra ekledi:
“Neyse ben seçtim. Hadi ben giyinirken sen de kahvaltılık bir şeyler hazırla.”
“Hahaha! Bu yaptığın haksızlık Gölyazı Elması. Neden en güzel kısmında odadan çıkmak zorundayım.”
“Keremmmmmmmm” dedi, Zeynep üzerine yalancı kızgınlığını gösteren ses tonunu ekleyerek.
Odadan çıkmak için arkasını döndüğünde, Zeynep’in okumayı çok sevdiği kitaplarının olduğu raflara dizildi Kerem’in gözleri. Birbiri ardına dizilmiş iki kitap arasına sıkışmış, pembe bir zarf gözlerine ilişti, üzerinde bir yerlere sıkı bir yumruk atma isteği uyandıran kısa bir not taşıyan; sevgilime. Kerem zarfı eline aldı hemen. Tekrar Zeynep’e dönerek, elindeki zarfı gösterirken:
“Zeynep, bu ne?” Dedi.
Kerem’in zarfın üzerindeki yazıyı görüp, sinirleneceğini tahmin etmek zor olmasa gerekti. İstemediği kadar iyi giden bir günün bozulmasını istemiyordu Zeynep. Konu geçiştirmenin ya da belki pembe yalanlar söylemenin yersiz hatta büyük bir hata olabileceğini düşünerek, dürüst olmayı seçti.
“Hiçbir şey.”
Kerem’in zarfın üzerindeki yazıyı görüp, sinirleneceğini tahmin etmek zor olmasa gerekti. İstemediği kadar iyi giden bir günün bozulmasını istemiyordu Zeynep. Konu geçiştirmenin ya da belki pembe yalanlar söylemenin yersiz hatta büyük bir hata olabileceğini düşünerek, dürüst olmayı seçti.
“Hiçbir şey.”
Kerem’in yumuşaklığını terk eden ses tonu ile birlikte, dingin rengini kaybeden yeşil gözleri çoktan koyu tonlara doğru değişmeye başlamıştı bile.
“Zeynep, sevgilime yazıyor bunun üstünde. Ne demek hiçbir şey”
Mahkemede suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan bir sanık gibiydi Zeynep’in sesi, davranışları; azalttığı ses tonu, bakışlarını Kerem’in bakışlarından kaçırıp, ellerine aldığı kıyafetlerden biri oynarken karşılık verdi.
“Kerem, bir şey yok diyorum. Bak biz Barış ile çıkarken bana bir şiir yazmıştı. Hatıra olduğu için sakladım sadece.”
Kerem’in karşılık vermesini o kadar çok istedi Zeynep. Bu uçan kelebekleri boğan bir anlık sessizliğin bozulmasını, Kerem’in kızmasını “Bunu görmek istemiyorum” demesini, hemen oracıkta kendisine sarılıp saçlarına bir öpücük kondurmasını öyle istedi ki… Kerem karşılık vermedi. Cevabını sıkılan çene kasları, şiiri okurken kısılan gözleri, boynunda bir akarsuyu andıracak kadar beliren damarlar veriyordu. Aldığı bir derin nefesten sonra konuşmadan arkasına döndü, elindeki zarfı kitapların olduğu rafa atarken, ellerini beline alıp odadan çıktı.
(Zeynep 13.bölümde barda giydiği ile hemen hemen aynı şekilde giyiniyor, Kerem’in üstünde dar siyah t-shirt, kot pantolon ve spor ayakkabı var. )
Kerem’in karşılık vermesini o kadar çok istedi Zeynep. Bu uçan kelebekleri boğan bir anlık sessizliğin bozulmasını, Kerem’in kızmasını “Bunu görmek istemiyorum” demesini, hemen oracıkta kendisine sarılıp saçlarına bir öpücük kondurmasını öyle istedi ki… Kerem karşılık vermedi. Cevabını sıkılan çene kasları, şiiri okurken kısılan gözleri, boynunda bir akarsuyu andıracak kadar beliren damarlar veriyordu. Aldığı bir derin nefesten sonra konuşmadan arkasına döndü, elindeki zarfı kitapların olduğu rafa atarken, ellerini beline alıp odadan çıktı.
(Zeynep 13.bölümde barda giydiği ile hemen hemen aynı şekilde giyiniyor, Kerem’in üstünde dar siyah t-shirt, kot pantolon ve spor ayakkabı var. )
*******
Uzun zamandır Kerem ile beraber kahvaltıdan daha güzel bir şey yaşamadığını anımsadı Zeynep, arabada Kerem’in sürprizine ilerlerken. Arabanın penceresinden süzülen güneş ışıkları, insanı için açan bu sıcacık hava bile kahvaltı masasından bu yana peyda olan soğuk yabancılık hissini yok etmeye yetmemişti. Zeynep, birkaç kez neşelenmek için küçük çabalar sarf edip, konuşmaya çalışmışsa da Kerem her defasında konuşmalarına rahatsız edici, kısa, net cevaplar verip belki bunu istemese dahi bakışları ile gerginliği daha da arttırıyordu. Zeynep birkaç denemeden sonra belki de birazcık zaman vermeliyim diyerek bu uğraştan vazgeçmişti. Kerem arabayı durdurduğunda, Zeynep’e dönerek:
“Geldik ” dedi, gene kısacık bir kelime ve ayaz, insanı derisini değil kalbini yıpratan bir ses ile.
Arabadan iner inmez Kerem ile aralarındaki mesafeyi kapatıp, sanki birkaç metre ötesinde nefes alan o değilmiş de delicesine özlemiş gibi ellini yakaladı Zeynep. Şaşırmıştı. Mutlu olmuştu. Kerem’in “Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmuyorum” sözü geldi aklına geldi; onların hikâyesinde çok tanıdık olan Lunaparkı gördüğünde. Kerem’in buzlarını eritmek istedi, o sessizliği ne ile boğmak. Elini daha çok sıktı. Sesi bahar ile şarkı söyleyen kuşlar kadar neşeliydi.
“Keremmmmmm. Seni seviyorum. Seni seviyorum, kas hayvanı. Hem de nasıl seviyorum bir bilsen…”
“Ben de seni seviyorum.”
Zeynep vücudunda hâkim olan bu sevincin Kerem’in kısacık, donuk sesi ile verilmiş cevabının ardından kaybolduğunu hissetti. Gözlerinin önünde yanan bütün ışıkları içine alan yok eden bir karanlık tasavvur etti. Korkutmuştu bu hayal onu, bir o kadar da kızdır. Neydi bu şimdi? Ne gerek vardı bu kıskançlığa? Bu kadar basit miydi duyguları, bu kadar kırılgan? Hani neredeydi o sert, hiçbir şeyi umursamayan adam. Onun gözünde bu kadar değerli, bu kadar paylaşılmaz olduğunu bilmek belki dünyanın en güzel hislerinden biriydi ama bu özgür kuşları, baharda açan çiçekleri kıskandıracak kadar mutlu hissetmek istediği günü onun bu soğukluğu ile geçirmeye hiç niyeti yoktu. Bu durumdan kurtulmak için Kerem2in ne kadar sevdiğini bildiği, asi, inatçı haline büründü. Boşta olan elini havaya kaldırıp sallarken, gözlerini kendinden kaçıran Kerem’in karşısına geçti. Sesini yükseltti, işaret parmağı ile yaramaz çocuğunu korumak için, aslında onu her şeyden çok sevdiği için azarlayan bir anne gibi davrandı gözlerinin içine baktığı sevgilisi ile konuşurken.
“Bana bak Kerem! Ne oluyoruz? Ne bu trip? Resmen ilişki kitabını yeniden yazıyorsun. Sana benim için hiçbir şey ifade etmediğini söyledim değil mi? Hem sen değil miydin ben kıskanç değilim diyen. Sen bilmiyor musun benim için hiçbir şey ifade etmediğini bilen. Benim için sadece bir anı, belki zaman zaman aklıma geldikçe güleceğim bir anı kas hayvanı. Daha fazlası olabilir mi sence? Beni bu kadar mutlu etmişken, kendini mutsuz hissetmene izin verir miyim sanıyor musun? Sen Zeynep Yılmaz’ı tanıyamadın mı daha? Biliyorsun eskide kaldı, çok zaman geçti üzerinden…”
“Jane de benim için geçmişte kaldı ama sen kıskanıyorsun, bana görmeyi yasaklıyorsun Gölyazı Elması.”
“Bak, bak, bak! İkisi aynı şey değil canım. Elin Amerikan şıllağı, senin yanında soyunup dökünmeye kalkacak ben de buna izin vereceğim. Gözlerini oyarım Kerem, anlıyor musun? Hem ben seniz gözbebeğindim hani… Hem ne demiş …”
Kerem’in Zeynep’in vücudunda gezdirdi bakışlarını. Tanrım! Bu halini, hatta kendisine kızmasını, kahve gözlerini, bağırırken salladığı kafası ile omuzlarına dökülen saçlarını hiç şikâyet etmeden bir ömür boyu izleyebileceğini bir kez daha anladı. Kızın havada kendisini işaret ederek sallanan elini bileğinden yakaladı. Zeynep’i önce kendisine çekip, sonra kendi kontrolünden hafifçe iterek kırmızı porshe’una yasladı.
Uzun zamandır Kerem ile beraber kahvaltıdan daha güzel bir şey yaşamadığını anımsadı Zeynep, arabada Kerem’in sürprizine ilerlerken. Arabanın penceresinden süzülen güneş ışıkları, insanı için açan bu sıcacık hava bile kahvaltı masasından bu yana peyda olan soğuk yabancılık hissini yok etmeye yetmemişti. Zeynep, birkaç kez neşelenmek için küçük çabalar sarf edip, konuşmaya çalışmışsa da Kerem her defasında konuşmalarına rahatsız edici, kısa, net cevaplar verip belki bunu istemese dahi bakışları ile gerginliği daha da arttırıyordu. Zeynep birkaç denemeden sonra belki de birazcık zaman vermeliyim diyerek bu uğraştan vazgeçmişti. Kerem arabayı durdurduğunda, Zeynep’e dönerek:
“Geldik ” dedi, gene kısacık bir kelime ve ayaz, insanı derisini değil kalbini yıpratan bir ses ile.
Arabadan iner inmez Kerem ile aralarındaki mesafeyi kapatıp, sanki birkaç metre ötesinde nefes alan o değilmiş de delicesine özlemiş gibi ellini yakaladı Zeynep. Şaşırmıştı. Mutlu olmuştu. Kerem’in “Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmuyorum” sözü geldi aklına geldi; onların hikâyesinde çok tanıdık olan Lunaparkı gördüğünde. Kerem’in buzlarını eritmek istedi, o sessizliği ne ile boğmak. Elini daha çok sıktı. Sesi bahar ile şarkı söyleyen kuşlar kadar neşeliydi.
“Keremmmmmm. Seni seviyorum. Seni seviyorum, kas hayvanı. Hem de nasıl seviyorum bir bilsen…”
“Ben de seni seviyorum.”
Zeynep vücudunda hâkim olan bu sevincin Kerem’in kısacık, donuk sesi ile verilmiş cevabının ardından kaybolduğunu hissetti. Gözlerinin önünde yanan bütün ışıkları içine alan yok eden bir karanlık tasavvur etti. Korkutmuştu bu hayal onu, bir o kadar da kızdır. Neydi bu şimdi? Ne gerek vardı bu kıskançlığa? Bu kadar basit miydi duyguları, bu kadar kırılgan? Hani neredeydi o sert, hiçbir şeyi umursamayan adam. Onun gözünde bu kadar değerli, bu kadar paylaşılmaz olduğunu bilmek belki dünyanın en güzel hislerinden biriydi ama bu özgür kuşları, baharda açan çiçekleri kıskandıracak kadar mutlu hissetmek istediği günü onun bu soğukluğu ile geçirmeye hiç niyeti yoktu. Bu durumdan kurtulmak için Kerem2in ne kadar sevdiğini bildiği, asi, inatçı haline büründü. Boşta olan elini havaya kaldırıp sallarken, gözlerini kendinden kaçıran Kerem’in karşısına geçti. Sesini yükseltti, işaret parmağı ile yaramaz çocuğunu korumak için, aslında onu her şeyden çok sevdiği için azarlayan bir anne gibi davrandı gözlerinin içine baktığı sevgilisi ile konuşurken.
“Bana bak Kerem! Ne oluyoruz? Ne bu trip? Resmen ilişki kitabını yeniden yazıyorsun. Sana benim için hiçbir şey ifade etmediğini söyledim değil mi? Hem sen değil miydin ben kıskanç değilim diyen. Sen bilmiyor musun benim için hiçbir şey ifade etmediğini bilen. Benim için sadece bir anı, belki zaman zaman aklıma geldikçe güleceğim bir anı kas hayvanı. Daha fazlası olabilir mi sence? Beni bu kadar mutlu etmişken, kendini mutsuz hissetmene izin verir miyim sanıyor musun? Sen Zeynep Yılmaz’ı tanıyamadın mı daha? Biliyorsun eskide kaldı, çok zaman geçti üzerinden…”
“Jane de benim için geçmişte kaldı ama sen kıskanıyorsun, bana görmeyi yasaklıyorsun Gölyazı Elması.”
“Bak, bak, bak! İkisi aynı şey değil canım. Elin Amerikan şıllağı, senin yanında soyunup dökünmeye kalkacak ben de buna izin vereceğim. Gözlerini oyarım Kerem, anlıyor musun? Hem ben seniz gözbebeğindim hani… Hem ne demiş …”
Kerem’in Zeynep’in vücudunda gezdirdi bakışlarını. Tanrım! Bu halini, hatta kendisine kızmasını, kahve gözlerini, bağırırken salladığı kafası ile omuzlarına dökülen saçlarını hiç şikâyet etmeden bir ömür boyu izleyebileceğini bir kez daha anladı. Kızın havada kendisini işaret ederek sallanan elini bileğinden yakaladı. Zeynep’i önce kendisine çekip, sonra kendi kontrolünden hafifçe iterek kırmızı porshe’una yasladı.
“Zeynep.”
“Ne, ne oldu?”
“Sus.”
“Hayır, kas hayvanı sen bana sus d…”
Kerem’in kendi ile arabası arasına sıkıştırdığı kızın cümlesinin bitmesine izin vermedi. Hafifçe araladığını dudaklarını Zeynep’in dudaklarına bastırdı. Ellerini önce kızın omuzlarına getirip, oradan da yavaşça vücudunda gezdirerek kalçalarına indirdi. Bir elini Kerem’in vücudunda gezdirirken, diğer eli ile saçlarını okşayarak karşılık verdi Zeynep. Kerem bir aralık öpüşmelerine şimdilik bir sonra verme niyetini belli ettiğinde Zeynep’in onu kendi üzerine çekmesi ile karşılık buldu bu hareketi. Onun emrime itaat etti, aksi pek de mümkün değildi, arzunun tatlı sıcaklığı damarlarından bu kadar yoğun akarken. Nefes alma ihtiyacı kendini dayanılmaz boyutlara taşıdığında dudaklarının zoraki ayrılığı, önce kalplerini acıttı.
Kerem, Zeynep’i kolunun altına çekti. Kolunu boynunun arkasında geçirip, kızın omzuna attı. Biraz önce aralarında var olan görünmez buzlar, yaşadıkları sıcacık birkaç dakikanın ardından öylece eriyip, kaybolup gidivermişti. Bedenleri birbirine yapışık Lunaparkın içinde birkaç tur attıktan sonra Kerem sordu.
“Eeee ilk hangisinden başlıyoruz gölyazı elması?”
“Hmmm… Kesinlikle birlikte yapılabilen şeyler olmalı.”
“Yoook.”
“Ne demek yooook? Saçmalıyorsun farkındasın değil mi?”
“Zeynep bana ters böyle şeyler.”
“Uff! Çok konuşuyorsun kas hayvanı. Tabi ki her şeyi birlikte yapacağız konu kapanmıştır. Hatta ilk olarak seni iyi cezalandıracağım bir şeyler olsun. Çarpışan arabalar mesela.”
“Valla güzelim, geçmişimize bakarsak, araba çarpma konusunda senin eline su dökemem haklısın. Hem neden ikimiz aynı arabada olmuyoruz?”
“Off Kerem! O ne öyle, siyam ikizi miyiz biz? Hem sana çarpmayacaksam ne yapayım o çarpışan arabayı ben?”
Kerem, Zeynep’e bakıp gülümsedi. Suratındaki o kocaman gülümseme, sesindeki neşe mutluluğunu belli ediyordu, kolunun altında sıkıca sarıp gözlerinin içine baktığı kıza.
“Benden nefret ediyor musun değil mi, Gölyazı elması?”
“Çok, hem de nasıl.”
Ancak küçük çocuklar bu kadar mutlu olabilirdi. Çarpışan arabaların oyun alnında, yalnızca kendileri varmış gibi her seferinde birbirlerini arıyorlar, diğerlerini umursamadan oyunu iki kişilik oynuyorlardı. Her çarpışmalarında etraflarındaki onlarca sesi yok edip, yalnızca birbirlerinin gülümsemesi yankılanıyordu kulaklarında. Ne yazık ki bu eğlenceli oyun bir süre ile sınırlıydı.
Arabalardan inip tekrar parkın içinde dolaşırken bir ara Kerem’in elinin elinden ayrıldığını hissetti Zeynep. Yaklaşık 5-6 metre ileride bir kalabalığın arasına ilerliyordu Kerem. Hemen Kerem’i takip etti. Çoğunluğu erkek birçok kişi bir çekicin başına toplanmıştı. Hemen bir düzeneğin başında, kafasında kocaman geniş bir şapka olan bir adam bağırıyordu:
“Evet, hadi bakalım… Ne kadar güçlüsünüz? Sevgiliniz için şunlardan birini almak istemez misiniz? Kim bu çekiçle bu düzeneği daha fazla fırlatırsa o kazanır. Evet, beyler son iki kişi.”
Kerem, konuşmasından düzeneğin sahibi olduğu hemen anlaşılan adamın yanına ilerledi. Kerem’in kulağına bir şeyler söyledikten sonra adamın elindeki kâğıda bir şeyler karalamasından ismini listeye yazdığı anlaşıyordu. Yanına geri dönen Kerem’in elini tekrar yakalayarak:
“Kendine göre bir şeyleri her yerde buluyorsun değil mi, kas hayvanı?”
“Sevgilim için bir oyuncak bebek kazanmak istiyorum. Ne var bunda, güzelim?”
“Hahaha! Bence senin öküz bünyenin içinde böyle romantik bir prens yatıyor.”
“Sanırım o uyuyan bir prens ve yalnızca sen uyandırabildin.”
“Sen böyle konuşmaya devam edersen, gerçek Kerem Sayer’in kaçırılıp yerine başkasının geçirildiğini düşüneceğim.”
“Ne, ne oldu?”
“Sus.”
“Hayır, kas hayvanı sen bana sus d…”
Kerem’in kendi ile arabası arasına sıkıştırdığı kızın cümlesinin bitmesine izin vermedi. Hafifçe araladığını dudaklarını Zeynep’in dudaklarına bastırdı. Ellerini önce kızın omuzlarına getirip, oradan da yavaşça vücudunda gezdirerek kalçalarına indirdi. Bir elini Kerem’in vücudunda gezdirirken, diğer eli ile saçlarını okşayarak karşılık verdi Zeynep. Kerem bir aralık öpüşmelerine şimdilik bir sonra verme niyetini belli ettiğinde Zeynep’in onu kendi üzerine çekmesi ile karşılık buldu bu hareketi. Onun emrime itaat etti, aksi pek de mümkün değildi, arzunun tatlı sıcaklığı damarlarından bu kadar yoğun akarken. Nefes alma ihtiyacı kendini dayanılmaz boyutlara taşıdığında dudaklarının zoraki ayrılığı, önce kalplerini acıttı.
Kerem, Zeynep’i kolunun altına çekti. Kolunu boynunun arkasında geçirip, kızın omzuna attı. Biraz önce aralarında var olan görünmez buzlar, yaşadıkları sıcacık birkaç dakikanın ardından öylece eriyip, kaybolup gidivermişti. Bedenleri birbirine yapışık Lunaparkın içinde birkaç tur attıktan sonra Kerem sordu.
“Eeee ilk hangisinden başlıyoruz gölyazı elması?”
“Hmmm… Kesinlikle birlikte yapılabilen şeyler olmalı.”
“Yoook.”
“Ne demek yooook? Saçmalıyorsun farkındasın değil mi?”
“Zeynep bana ters böyle şeyler.”
“Uff! Çok konuşuyorsun kas hayvanı. Tabi ki her şeyi birlikte yapacağız konu kapanmıştır. Hatta ilk olarak seni iyi cezalandıracağım bir şeyler olsun. Çarpışan arabalar mesela.”
“Valla güzelim, geçmişimize bakarsak, araba çarpma konusunda senin eline su dökemem haklısın. Hem neden ikimiz aynı arabada olmuyoruz?”
“Off Kerem! O ne öyle, siyam ikizi miyiz biz? Hem sana çarpmayacaksam ne yapayım o çarpışan arabayı ben?”
Kerem, Zeynep’e bakıp gülümsedi. Suratındaki o kocaman gülümseme, sesindeki neşe mutluluğunu belli ediyordu, kolunun altında sıkıca sarıp gözlerinin içine baktığı kıza.
“Benden nefret ediyor musun değil mi, Gölyazı elması?”
“Çok, hem de nasıl.”
Ancak küçük çocuklar bu kadar mutlu olabilirdi. Çarpışan arabaların oyun alnında, yalnızca kendileri varmış gibi her seferinde birbirlerini arıyorlar, diğerlerini umursamadan oyunu iki kişilik oynuyorlardı. Her çarpışmalarında etraflarındaki onlarca sesi yok edip, yalnızca birbirlerinin gülümsemesi yankılanıyordu kulaklarında. Ne yazık ki bu eğlenceli oyun bir süre ile sınırlıydı.
Arabalardan inip tekrar parkın içinde dolaşırken bir ara Kerem’in elinin elinden ayrıldığını hissetti Zeynep. Yaklaşık 5-6 metre ileride bir kalabalığın arasına ilerliyordu Kerem. Hemen Kerem’i takip etti. Çoğunluğu erkek birçok kişi bir çekicin başına toplanmıştı. Hemen bir düzeneğin başında, kafasında kocaman geniş bir şapka olan bir adam bağırıyordu:
“Evet, hadi bakalım… Ne kadar güçlüsünüz? Sevgiliniz için şunlardan birini almak istemez misiniz? Kim bu çekiçle bu düzeneği daha fazla fırlatırsa o kazanır. Evet, beyler son iki kişi.”
Kerem, konuşmasından düzeneğin sahibi olduğu hemen anlaşılan adamın yanına ilerledi. Kerem’in kulağına bir şeyler söyledikten sonra adamın elindeki kâğıda bir şeyler karalamasından ismini listeye yazdığı anlaşıyordu. Yanına geri dönen Kerem’in elini tekrar yakalayarak:
“Kendine göre bir şeyleri her yerde buluyorsun değil mi, kas hayvanı?”
“Sevgilim için bir oyuncak bebek kazanmak istiyorum. Ne var bunda, güzelim?”
“Hahaha! Bence senin öküz bünyenin içinde böyle romantik bir prens yatıyor.”
“Sanırım o uyuyan bir prens ve yalnızca sen uyandırabildin.”
“Sen böyle konuşmaya devam edersen, gerçek Kerem Sayer’in kaçırılıp yerine başkasının geçirildiğini düşüneceğim.”
“Sen de biraz daha böyle saçmalarsan ben de sana film izlemeyi yasaklamalıyım bence.”
“hahha!”
Yarışma başlamadan önce Zeynep’ten karşısına kim gelirse gelsin yenmesine yetecek güçte, dudaklarından kabine akıp, oradan bütün vücuduna yayılan bir şans öpücüğü aldı. Kerem’in rakiplerini alt etmesi hiç zor olmadı, hatta daha çok kendi ile yarışıyor gibiydi. Çekiçle indirdiği darbeden sonra düzenek ile arasında bir husumet olduğunu söyleyebilirdi, dışarıdan bakan birisi. Düzeneği limitinin sonuna kadar fırlatmış, belki de parka geldiklerinden bu yana ilk kez çevresindekileri umursamış, küçük çaplı bir gövde gösterisi yapmıştı. Sıra ödüllerini almaya gelmişti. Zeynep, Kerem’e dönerek:
“Eeee benim için hangi oyuncağı düşünüyorsun bakalım, romantik Herkül?” Dedi.
“Sanırım şuradaki.”
Zeynep, Kerem’in parmağı ile gösterdiği noktada, pembe şirin kıyafeti ile tatlı bir oyuncak prenses gördü. Kerem şu koca şapkalı adamın yanına ilerledi, eli oyuncakları göstererek kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam yavaşça oyuncaklara ilerleyip elini prenses oyuncağına doğru uzattı, fakat tam yanındaki oyuncağı alıp Kerem’e getirdi. Bembeyaz bir keçiydi bu. Yumuşacık tüyleri olan, beyaz bir keçi oyuncağı…
“Buyur bakalım Gölyazı elması.”
“Bu ne Kerem?”
“Oyuncak.”
“Öküz! Biraz önceki bütün sözlerimi geri alıyorum, kas hayvanı hala eski sensin. Ben prensesi istiyordum.”
“Hahaha! Bence bu ikimizin ilişkisine çok daha uygun güzelim. Ben öküz, sen inatçı keçi…”
Zeynep, tatlı intikam yeminleri ediyordu içinden. Sen görürsün kas hayvanı diyordu yeniden onun kolunun altına girerken. Hemen bütün parkı gezdiler içlerindeki neşe kaybolmadan. Ellerini, ellerini ellerinden, bedenlerini bedenlerinden gerekmediği müddetçe ayırmadılar. Hemen hemen önlerine gelen bütün eğlence araçlarını kullanmışlardı. Zeynep birkaç kez gondola binmek için hareketlenmişse de Kerem her defasında farklı bir şey ortaya atıyor, sanki kaçıyordu. Zeynep sonunda dayanamayarak söyledi.
“Kerem.”
“Efendim, güzelim.”
“Ben gondola binmek istiyorum.”
“Iııı şey ama bak şuradakini denemiş miydik?”
“Evet denedik, ayrıca ben gondola binmek istiyorum.”
“Off! Zeynep baksana çok sıra var ona binemeyiz.”
“Ne sırası Kerem? Yanlış yere mi bakıyorsun? Kimse beklemiyor baksana…”
“Bak kimse beklemiyormuş demek ki arızalı falan.”
“Kerem ne saçmalıyorsun sen? Hadi bak birazdan çalışmaya başlayacak.”
“Hmm… Peki, tamam, tamam Binelim bakalım.”
Gondola biner binmez Kerem, Zeynep’in avuçlarının içindeki ellini sıkmaya başladı. Bu hareketi Zeynep’in, Kerem’in daha dikkatli incelemesine neden oldu. Yüzü boynunun altından başlayarak kızarmaya başlamış, nefes alış verişleri sıklaşmış, kaçamak bakışları sanki en ufak bir aksilikte kaçacak yer aramaya başlamıştı. Olan biteni anlamıştı Zeynep. Gülmemek için kendini zor tuttu. Kerem’in kendininkini sıkan eline karşılık verdi, içinde keçinin intikamını lamanın bir yolunu bulmanın sevincini yaşarken.
“Kerem sen korkuyor musun?”
“Ne? Ne korkması?”
“Bilmem tek kelime etmiyorsun, kıpkırmızı kesildin.”
“Ne alakası var Zeynep? Hava biraz sıcak sadece…”
“Tabi canım, hava sıcaklığındandır bunlar.”
“Zeyneapppp.”
Gondol hareket etmeye başladığında Kerem’in ellerinin terlemeye başladığını hissetti Zeynep. Aradan biraz zaman geçince Giderek yükselen gondol, Kerem’in korkusunu daha da ortaya çıkardı. Gondol hızlandıkça kızın elini sıkıyor, adını haykırarak bağırıyordu. Bir ara aleti durdurması için görevliyi tehdit bile etmişti. Zeynep neredeyse her şeyi kaçırmış yalnızca kahkahalar eşliğinde Kerem’in yalvarışlarını izlemişti. Neyse ki bu tatlı işkence Kerem için fazla uzun sürmedi. Ayakları tekrar toprağa bastığında ikisinin Zeynep, kahkahalarını saklamıyordu.
“Sanırım sana Herkül demekle hata ettim kas hayvanı.”
“Haaaa hahaaa çok komik Gölyazı Elması çok komik.”
“Komik Kerem ne yapayım? Nasılda yalvardın ama adama durdurması için.”
“Heaa! Bak iyi aklıma getirdin. Şimdi gideyim de kafasını gözünü kırayım.”
“Hahaha! Kerem saçmalama, Kerem gel buraya…”
İkisinin de keyif aldığı bu tatlı atışma devam ederken güneş kaybolmaya başladığını hissettirdi ufukta. Belki bildikleri bütün duaları okuyabilirlerdi bu günün bitmesi için ama bitmişti. Parkın çıkışına ilerlerken Zeynep’in elini çekiştirerek:
“Gel son bir şey daha var yapmamız gereken” dedi, Kerem.
“Neymiş o?”
Kerem, Zeynep’i onu bir zamanlar kapattığı korku tüneline getirmişti.
“Zeynep burayı hatırladın mı? Aptalım ben. Bu nasıl soru hatırladın demi. Özür dilerim. Yani o gün yaptıklarım için binlerce kez özür dilerim.”
“Kerem umurumda bile değil. Senin bana yaptığın ya da benim sana… Yaptığımız hiçbir şeyden pişman değilim ben.”
“Hayır, Zeynep senin camdan kalbinde benim neden olduğum tek bir çizik bile kalsın istemiyorum. Bir gün o çizikler, hatırlanıp canını yaksın istemiyorum.”
“Kerem o çizikler silinemez.”
“Neden? Bu kadar mı kötü… Bak seni çok seviyorum Zeynep, sana söyledim nasıl sevdiğimi sana şiirler şarkılar yazarak anlatamam, onlarında anlatmaya gücü yetmez.”
“Hayır Kerem, silinemez çünkü o çizikler hiç olmadı.”
Cümlesinden sonra Zeynep’in gözlerine baktı Kerem. Batmakta olan kızıl tonlarındaki güneş ışıkları yanaklarına düşüp, beyaz tenine allıklar bırakıyordu. Kızın dudaklar kendininkileri çağıran büyülü bir şarkı fısıldadı kulaklarına; karşı koyması imkânsız olan. Kollarını beline dolayıp kendine çekti Zeynep’i, dudaklarını dudaklarına bastırmadan önce. Konuşmak için böldü aralarındaki nefesleri ile ısıtıp, ruhlarını birbirine katan bu kutsal ayini.
“Eee o zaman dönmeden bir korku tüneli macerası deniyor muyuz?”
“Hayır.”
“Neden hala korkuyor musun yoksa?”
“Seninleyken hiçbir şeyden korkmuyorum Kerem. Yalnızca yorulduk.”
“Peki, güzelim, sen nasıl istersen.”
*****
Arabadan gördüğü toplanan bulutlardan yağmurun yaklaşmakta olduğunu anladı Zeynep.
“Birazdan yağmur yağacak Kerem.”
“Yağsın, ben çok severim yaz yağmurlarını.”
“Diyorum işte romantik Herkülsün”
“Haahah!”
“Yağsın, ben çok severim yaz yağmurlarını.”
“Diyorum işte romantik Herkülsün”
“Haahah!”
“Ne oldu Kerem? Neden sizin eve geldik.”
“Başka nereye gidecektik ki?”
“Ben evime gidebilirim mesela Kerem.”
“Hmmm sanırım bu gece misafir kabul ediyoruz.”
“Yaaa Keremmmmmm”
“Yaaa Zeyneapppp. Hadi lütfen bu gece senden ayrı uyumama izin verme.”
“Sizinkiler ne olacak.”
“Evde kimse yok ki.”
“Heh! Çok güzel. Bende bundan korkuyordum.”
“Hadi güzelim, fazla naz aşık usandırırmış bak.”
“Elin Amerika’sında nereden öğrendin sen bizim sözleri?”
“Hahaha!”
“Bak yalnızca bu gecelik.”
“Tamam, tamam.”
Kerem, Zeynep’i elinden tutarak havuzun başındaki çardağın olduğu yere sürükledi. Cebinden telefonu çıkarıp, önceden düşündüğü bir müzik parçası açtı. Yavaşça kollarını kızın bedenine dolayıp, aralarındaki mesafeyi kapadığında:
“ Hadi dans edelim” dedi.
(Dans ettikleri parça videodaki parça)
Bu davete karşı gelmek belki yapabileceği en soy şeydi Zeynep’in belki ama gene de bunun aksini istermiş gibi konuştu, Kerem’in büyüsüne kapılıp titreyen sesi ile.
“Kerem, yağmur başlayacak sırılsıklam oluruz.”
Kerem, Zeynep’in gözlerine gecenin karanlığına ayak uydurup koyulaşan yeşil gözleri ile baktı. Kızın vücuduna sardığı kollarını daha da sıkarken, sıcak nefesini kızın yumuşacık tenine üfledi. Kafasını biraz daha yana kaydırıp, kulağına daha çok yaklaştı, kızın içindeki bütün direnişi fırtınanın kum tanelerini önüne katıp kaybettiği gibi kaybetmeden önce.
“Ben zaten sırılsıklamım Zeynep.”
Masallardaki büyülü kelimeler gibi mucizeler yarattı Kerem’in kelimeleri Zeynep’in üzerinde. Bulunduğu yeri, zamanı hatta tabiatın en sert kurallarını hepsini unutuverdi kısacık anda. Çocuğun saçlarının arasında yayılan nefesi gerçekten onun erimesine neden olabilir miydi? Sanırım olmuştu bile. Bedeninden önce ruhunu hem de en derin noktaları ile birlikte bıraktı kendini Zeynep, Kerem’in kollarına. Kulaklarında yankılanan şarkı onlar için seremoniyi tamamlayan parçalardan biriydi yalnızca. Gerçek dansları bundan çok daha öncelere, belki fiziksel dünyadaki her şeyden çok daha öncesinde başlamıştı. Belki de birlerini görmeden çok önce tanışan ruhları başlatmıştı bu aşkı.
Zeynep, Kerem’in kollarında kendinden geçmiş gözlerini kapatmıştı. Sanki onların yanıp oracıkta kül olmasına engel olmak için başlamıştı yağmur; öylesine şiddetli yağıyordu. Sarmaladığı kızın kokusunu içine çekerken Zeynep’in kulağına fısıldamaya başladı Kerem.
“Söyle güneşe uyanmasın,
Sen benimle uyanmayacaksan.
Söyle ay hiç doğmasın,
Işığında sen yoksan
Sensiz ne ben varım,
Ne de bu dünya olsun.
Benim nefesimde sen,
Baktığım her yerde yalnızca sen varsın”
“Aşk kendini, onda görmektir” -Atarlı-
Kafasını Kerem’in gömdüğü omuzlarından kaldırıp, içinde kaybolup gitmek istediği yeşil gözlerine baktı Zeynep. Gözleri yalnızca onu görür, dili lal olmuştu. Bu gördüğü tam olarak kendi ruhunun yansıması değil miydi? Zorlanarak konuştu.
“Kerem… Kerem sen… Sen mi yazdın bunu? Nasıl?”
“Aşk ilham kaynağıdır.” Dedi Kerem. –Kerem Bürsin-
Kerem kendilerinden geçip dans ederken, ıslanan Zeynep’e baktı. Tanrım! Yağmur damlalarının, parlayan yıldızların geceyi süslediği gibi süslediği saçları ne kadar güzeldi.
“Zeynep ben özür dilerim.”
“Bu özür neden?”
“Hani en son bu havuzun başında, yağmur yağarken sana yaptıklarımı hatırlıyor musun? İşte onlar için.”
Zeynep gülümseyerek:
“O zaman daha önce özür dilemen gereken bir olay var.”
“Neymiş o…”
Kerem’in cümlesini tamamlamasına izin vermeden onu havuza itti Zeynep. Onun hemen arkasından havuza atladı. Nasıl yaptığını kendi de açıklayamazdı belki ama emin olduğu tek şey vardı; bu küçük havuzda değil de bir okyanusta bile Kerem’i eli ile koymuş gibi bulabilirdi. Suyun altıda Kerem’i yakalayıp, elleri ile ensesini kavradı, dudaklarını dudaklarına yapıştırmadan önce. Milyonlarca kez tekrar etmek istermiş gibi öpüyordu Kerem’in dudaklarını. Öpüşerek suyun yüzeyine çıktıktan bir süre sonra ayrıldılar. Kerem her zamanki muzip gülümsemesini takındı yüzüne, komşu bahçeden birazcık meyve aşırmış, mutlu bir haylaz çocuk gibi.
“Ne yaptığını sanıyorsun ha! Sindin nifrit ediyirim Ziynep.”
Bir zamanlar olduğu yerde kendisinin taklidini yapan Sayer kocaman bir kahkahaya atmasına neden oldu Zeynep’in. Ardından rol değiştiren kendisi oldu, Kerem’i ikinci kez öpmeden önce.
“Hayır, etmiyorsun.”
******
Kerem onu kollarının onu taşımak için yaratılmış olduğuna bir kanıt sunmak ister gibi, kollarına aldı havuzdan çıkardığı Zeynep’i. Zeynep, Kerem’in kollarında odaya geldiğinde gün içinde yaşadıkları yetmiyormuşcasına bir kez daha şaşırmasına neden oldu. Kerem odasının her yanını kırmızı mumlar ile süslemiş, yatağın üzerini beyaz gül yaprakları ile örtmüştü. Etrafını mum ışıkları ile aydınlattığı Zeynep’in portresi kızın tam karşısında duruyordu. Kelimelerle yaptıklarını karşılayabilecek bir teşekkür edemeyeceğini biliyordu Zeynep, gene de şansını denedi.
“Kerem, Kerem ben…”
Kerem, konuşmasına izin vermeden kızı gül yapraklarının serili olduğu yatağın üzerine bıraktı. Kızın ıslanan vücudunun üşüdüğünü anlatmak istermiş gibi titreyen dudaklarına, ikisinin de titremesine son veren sıcacık bir öpücük ile süsledi. Sevdiği kıza rahatsızlık verecek bir hadise en büyük düşmanıydı Kerem’in. Mum ışıkları ile loş bir ortama dönüşen gece karanlığına meydan okuyarak bakan yeşil gözleri ile Zeynep’e baktı.
“Üşüyor musun?”
Zeynep üşümekten çok uzaktı, hatta bu soru yanmakta olan bedenine o kadar alakasız gelmişti ki o an belki büyüsü altında olduğu arzulardan uzakta olsa gülebilirdi. Ellerinden birini Kerem’in ensesine getirdi, diğerini karanlıkta onu dokunarak görmeye çalışırmış gibi yüzünde gezdirirken. Saçlarından ensesine kaydırdığı eli ile kendine çekip, dudaklarına susup kendisini öpmesi için yalvarır gibi öptü. Bir an için şaşırttı Kerem’i bu istekli cevap, belki de daha fazla içinde en ilkel dürtülerinin de bulunduğu açık seçik ya da gizli saklı bütün arzularını uyandırdı. Bedenini kızın üstünde serbest bırakıp, kızı tüm bedeni ile ezdi. İçinde uyanan vahşi dürtüleri kulağına fısıldadığı yasaklı cümleler; kızın dudaklarını ısırmasını söyleyenler o an için dünyanın en mantıklı cümleleri olmuştu. Zeynep’in alt dudağını dişlerinin arasına alıp dişleri ile hafifçe ezmesinin ardından, kulaklarında çınlayan inleme sesin aklını oracıkta silen, mantığını dürtülerine yenik düşüren bir zehir olduğunu inkâr edemezdi. Bir elini saçlarının üzerinde kaydırıp ensesine getiren, öbürü ile bütün bedenini okşayan kızın hareketine karşılık verdi. Yavaşça boynunu sıkan elini kızın kalçalarına doğru kaydırdı. Diğeri ile göğüslerini avucunun içine alıp bir müddet oyalandıktan sonra beline indi.
Bu gece Kerem’den önce davranmaya çalışıyordu sanki Zeynep, çocuk tutku dolu öpüşlerinin arasında kaybolmuşken ellerini Kerem’in kasıklarının hemen üstündeki tişörtünün bitişine getirdi. Sıkıca kavradığı tişörtü çekiştirip çıkarmaya, bir an önce altında sakladıklarına ulaşmaya çalışıyordu. Altında inleyen kızın bu isteğine karşı gelmek delilik olurdu. Ellerini Zeynep’inkilerin üstüne getirerek bir hamlede tişörtü çıkarmasına yardımcı oldu Kerem. Zeynep, karşı konulmaz arzularını Kerem’in tenine kazımak istermiş gibi dolaştırdı onun çıplak teninde. Dudaklarını kızın dudaklarından ayırmak istemiyordu Kerem, lakin dudaklarına onun teninin her noktasının lezzetini tattırmamak ne büyük günahtı. Yavaşça kızın dudaklarından ayrılırken dudakları, elleri kızın bluzuna gitti. Bir hamlede kavrayıp, kucağına aldığı kızın bluzuna gitti elleri. Mümkün olsa idi o saniye kurtulmak istiyordu aralarındaki bu kumaş parçasından. Zorda kendini dizginleyerek razı etti vahşi duygularını kızın bluzunu yavaşça üzerinden sıyırıp, hemen ardından adına sutyen denen bir numaralı düşmanından kurtulmaya. Fazla uzun sürmedi kıyafetleri ile aralarında ortaya çıkan daha çok savaşı andıran bu dans; kısa süre sonra bedenlerine ait olmayan hiçbir şey kalmamıştı.
Kerem ayrıldıkları kısacık sürede bakışlarını kızın üzerine kilitleyip, kucağındaki kızı yavaşça yatağa yatırdı. Bir eli ile kızın eline ulaştı, parmaklarını parmaklarına kenetledi sanki biraz sonra olacaklar için kendinden destek almasını istermiş gibi. Öpücükleri dudaklarından, boynuna oradan kızın göğüslerine inerken kızın inlemeleri daha çok bir yalvarma gibi yankılandı kulaklarında. Diğer eli kızın göğüslerinden birini avucunun içine alırken, sertleşen göğsünü dişleri ezmeyi; en sevdiği şeylerden birini yapmayı ihmal etmemişti. Bu belki de vahşi arzusu her defasında Zeynep’in en tiz inlemelerine neden oluyor, onun en derin arzularını dizginlenmesi mümkün olmayan ırmaklar gibi damarlarında akmasına neden oluyordu. Kollarını çivi gibi yatağın üzerine dikerek kendini kaldırdı. Zeynep’in gözlerine baktı. Kaçıncı defa olduğunu saymadığı bu birleşme için her defasında Zeynep’in gerçekleri saklamayan bakışlarından onay olmayı kendine şart koşmuştu. Bekledi cevabı kızın bakışlarında gördüğünde, vücudunun her noktasında hissetti isteği daha fazla bastırmadı. Yeniden tüm ağırlığını Zeynep’in üstüne vererek, bedenlerinden yayılıp yataktaki güllerin kokusuna karışan kokuları, Adem ile Havva’dan bu yana hiçbir insanın karşı koyamadığı; aşkın büyülü kokusunu karıştırıyordu, içlerine çektikleri her nefese.
Kerem’in dudakları dudaklarını kapatmadan önce içine çektiği büyülü kokuyu, cama vuran yağmur damlalarının sesine karışan bir inleme ile serbest bıraktı Zeynep. Kerem kızın her inlemesinde daha da şiddetlenen git gel hareketine bir süre devam etti. Her iki elini de kızın eline kenetledi. Sertleşen hareketleri için kendinden destek almasını, liman olarak gene ona sığınmasını istiyordu. Öpücüklerini tekrar kızın boynundan geçen rotayı takip ederek göğüslerine taşıdı. Kızın ellerini bir anlık bırakıp, belini kavradı. Kendini bir hamlede sırt üstüne alırken Zeynep’i de üzerine aldı Kerem. Elleri ile belini kavradığı kızın inip çıkan hareketine destek veriyordu. Ellerinden birini kızın belinden ayırarak, yavaşça göğüslerini okşadıktan sonra, ellerini kızın dudaklarına getirdi. Kerem’in dudaklarının üzerinde gezen parmaklarını hafifçe dişlemek; hem onun hem de Kerem’in en sevdiği hareketlerden biriydi. Zeynep’i tekrar altına aldığında Kerem, havaya karışan aşk kokusunu öyle yoğun hissetti ki dünyada iken ruhuna ilahi birçok kapıyı açan bir büyü gibiydi. Kendi vücudunda vuku bulan zevkin doruk noktasına çıkmak için gerekli sürenin tamamlandığını haber veren işaretleri kızın vücudunda da gözlemleyebiliyordu. Gözlerinin rengi belki alabileceği en koyu halini aldı, Ter damlaları bütün vücudunda süzüldü, kalbinin hırçınca pompaladığı kanın etkisi ile damarları şişti. İkisi de en derin inlemeleri ile içlerine çektikleri aşkın kokusunun, vücutlarında akıp gittiğini hissetti. Kerem yana yığılıp, nefesini düzenlemeye çalışırken her zamanki gibi Zeynep’i göğsüne çekip, biraz önce yaşananlardan, tutkudan, şehvetten yasak arzulardan çok uzak, yalnızca saf sevgi ile bezenmiş bir öpücük kondurdu. Gece de yükselen ay, beki de güneşin ilk ışıkları birkaç kez daha tanıklık etti; malzemesi yalnızca kendileri olan aşk kokusunu yayıp, içlerine çekerken gerçekleşen harikulade birleşmelerine.
SON
https://twitter.com/Atarli_kerem
Kerem onu kollarının onu taşımak için yaratılmış olduğuna bir kanıt sunmak ister gibi, kollarına aldı havuzdan çıkardığı Zeynep’i. Zeynep, Kerem’in kollarında odaya geldiğinde gün içinde yaşadıkları yetmiyormuşcasına bir kez daha şaşırmasına neden oldu. Kerem odasının her yanını kırmızı mumlar ile süslemiş, yatağın üzerini beyaz gül yaprakları ile örtmüştü. Etrafını mum ışıkları ile aydınlattığı Zeynep’in portresi kızın tam karşısında duruyordu. Kelimelerle yaptıklarını karşılayabilecek bir teşekkür edemeyeceğini biliyordu Zeynep, gene de şansını denedi.
“Kerem, Kerem ben…”
Kerem, konuşmasına izin vermeden kızı gül yapraklarının serili olduğu yatağın üzerine bıraktı. Kızın ıslanan vücudunun üşüdüğünü anlatmak istermiş gibi titreyen dudaklarına, ikisinin de titremesine son veren sıcacık bir öpücük ile süsledi. Sevdiği kıza rahatsızlık verecek bir hadise en büyük düşmanıydı Kerem’in. Mum ışıkları ile loş bir ortama dönüşen gece karanlığına meydan okuyarak bakan yeşil gözleri ile Zeynep’e baktı.
“Üşüyor musun?”
Zeynep üşümekten çok uzaktı, hatta bu soru yanmakta olan bedenine o kadar alakasız gelmişti ki o an belki büyüsü altında olduğu arzulardan uzakta olsa gülebilirdi. Ellerinden birini Kerem’in ensesine getirdi, diğerini karanlıkta onu dokunarak görmeye çalışırmış gibi yüzünde gezdirirken. Saçlarından ensesine kaydırdığı eli ile kendine çekip, dudaklarına susup kendisini öpmesi için yalvarır gibi öptü. Bir an için şaşırttı Kerem’i bu istekli cevap, belki de daha fazla içinde en ilkel dürtülerinin de bulunduğu açık seçik ya da gizli saklı bütün arzularını uyandırdı. Bedenini kızın üstünde serbest bırakıp, kızı tüm bedeni ile ezdi. İçinde uyanan vahşi dürtüleri kulağına fısıldadığı yasaklı cümleler; kızın dudaklarını ısırmasını söyleyenler o an için dünyanın en mantıklı cümleleri olmuştu. Zeynep’in alt dudağını dişlerinin arasına alıp dişleri ile hafifçe ezmesinin ardından, kulaklarında çınlayan inleme sesin aklını oracıkta silen, mantığını dürtülerine yenik düşüren bir zehir olduğunu inkâr edemezdi. Bir elini saçlarının üzerinde kaydırıp ensesine getiren, öbürü ile bütün bedenini okşayan kızın hareketine karşılık verdi. Yavaşça boynunu sıkan elini kızın kalçalarına doğru kaydırdı. Diğeri ile göğüslerini avucunun içine alıp bir müddet oyalandıktan sonra beline indi.
Bu gece Kerem’den önce davranmaya çalışıyordu sanki Zeynep, çocuk tutku dolu öpüşlerinin arasında kaybolmuşken ellerini Kerem’in kasıklarının hemen üstündeki tişörtünün bitişine getirdi. Sıkıca kavradığı tişörtü çekiştirip çıkarmaya, bir an önce altında sakladıklarına ulaşmaya çalışıyordu. Altında inleyen kızın bu isteğine karşı gelmek delilik olurdu. Ellerini Zeynep’inkilerin üstüne getirerek bir hamlede tişörtü çıkarmasına yardımcı oldu Kerem. Zeynep, karşı konulmaz arzularını Kerem’in tenine kazımak istermiş gibi dolaştırdı onun çıplak teninde. Dudaklarını kızın dudaklarından ayırmak istemiyordu Kerem, lakin dudaklarına onun teninin her noktasının lezzetini tattırmamak ne büyük günahtı. Yavaşça kızın dudaklarından ayrılırken dudakları, elleri kızın bluzuna gitti. Bir hamlede kavrayıp, kucağına aldığı kızın bluzuna gitti elleri. Mümkün olsa idi o saniye kurtulmak istiyordu aralarındaki bu kumaş parçasından. Zorda kendini dizginleyerek razı etti vahşi duygularını kızın bluzunu yavaşça üzerinden sıyırıp, hemen ardından adına sutyen denen bir numaralı düşmanından kurtulmaya. Fazla uzun sürmedi kıyafetleri ile aralarında ortaya çıkan daha çok savaşı andıran bu dans; kısa süre sonra bedenlerine ait olmayan hiçbir şey kalmamıştı.
Kerem ayrıldıkları kısacık sürede bakışlarını kızın üzerine kilitleyip, kucağındaki kızı yavaşça yatağa yatırdı. Bir eli ile kızın eline ulaştı, parmaklarını parmaklarına kenetledi sanki biraz sonra olacaklar için kendinden destek almasını istermiş gibi. Öpücükleri dudaklarından, boynuna oradan kızın göğüslerine inerken kızın inlemeleri daha çok bir yalvarma gibi yankılandı kulaklarında. Diğer eli kızın göğüslerinden birini avucunun içine alırken, sertleşen göğsünü dişleri ezmeyi; en sevdiği şeylerden birini yapmayı ihmal etmemişti. Bu belki de vahşi arzusu her defasında Zeynep’in en tiz inlemelerine neden oluyor, onun en derin arzularını dizginlenmesi mümkün olmayan ırmaklar gibi damarlarında akmasına neden oluyordu. Kollarını çivi gibi yatağın üzerine dikerek kendini kaldırdı. Zeynep’in gözlerine baktı. Kaçıncı defa olduğunu saymadığı bu birleşme için her defasında Zeynep’in gerçekleri saklamayan bakışlarından onay olmayı kendine şart koşmuştu. Bekledi cevabı kızın bakışlarında gördüğünde, vücudunun her noktasında hissetti isteği daha fazla bastırmadı. Yeniden tüm ağırlığını Zeynep’in üstüne vererek, bedenlerinden yayılıp yataktaki güllerin kokusuna karışan kokuları, Adem ile Havva’dan bu yana hiçbir insanın karşı koyamadığı; aşkın büyülü kokusunu karıştırıyordu, içlerine çektikleri her nefese.
Kerem’in dudakları dudaklarını kapatmadan önce içine çektiği büyülü kokuyu, cama vuran yağmur damlalarının sesine karışan bir inleme ile serbest bıraktı Zeynep. Kerem kızın her inlemesinde daha da şiddetlenen git gel hareketine bir süre devam etti. Her iki elini de kızın eline kenetledi. Sertleşen hareketleri için kendinden destek almasını, liman olarak gene ona sığınmasını istiyordu. Öpücüklerini tekrar kızın boynundan geçen rotayı takip ederek göğüslerine taşıdı. Kızın ellerini bir anlık bırakıp, belini kavradı. Kendini bir hamlede sırt üstüne alırken Zeynep’i de üzerine aldı Kerem. Elleri ile belini kavradığı kızın inip çıkan hareketine destek veriyordu. Ellerinden birini kızın belinden ayırarak, yavaşça göğüslerini okşadıktan sonra, ellerini kızın dudaklarına getirdi. Kerem’in dudaklarının üzerinde gezen parmaklarını hafifçe dişlemek; hem onun hem de Kerem’in en sevdiği hareketlerden biriydi. Zeynep’i tekrar altına aldığında Kerem, havaya karışan aşk kokusunu öyle yoğun hissetti ki dünyada iken ruhuna ilahi birçok kapıyı açan bir büyü gibiydi. Kendi vücudunda vuku bulan zevkin doruk noktasına çıkmak için gerekli sürenin tamamlandığını haber veren işaretleri kızın vücudunda da gözlemleyebiliyordu. Gözlerinin rengi belki alabileceği en koyu halini aldı, Ter damlaları bütün vücudunda süzüldü, kalbinin hırçınca pompaladığı kanın etkisi ile damarları şişti. İkisi de en derin inlemeleri ile içlerine çektikleri aşkın kokusunun, vücutlarında akıp gittiğini hissetti. Kerem yana yığılıp, nefesini düzenlemeye çalışırken her zamanki gibi Zeynep’i göğsüne çekip, biraz önce yaşananlardan, tutkudan, şehvetten yasak arzulardan çok uzak, yalnızca saf sevgi ile bezenmiş bir öpücük kondurdu. Gece de yükselen ay, beki de güneşin ilk ışıkları birkaç kez daha tanıklık etti; malzemesi yalnızca kendileri olan aşk kokusunu yayıp, içlerine çekerken gerçekleşen harikulade birleşmelerine.
SON
https://twitter.com/Atarli_kerem
YanıtlaSilizmir child porn
izmir child porn
izmir child porn
izmir child porn
izmir child porn
izmir child porn